http://www.turkish-media.com/forum/index.php?showtopic=15763 den
alınmıştır.
MEMLUKTA
ÇERKES SULTANLARI
ÇERKEZ(=BURCÎ) MEMLÜK DEVLETİ(1382-1517):Berkuk
tarafından kurulmuştur. Sultanlarının çoğu Çerkez’dir. Moğol
tehlikesinin bu dönemde geçmiş olması ve Timur Devleti ile iyi ilişkiler
kurulması nedeniyle 135 yıl Suriye-Filistin ve çevresine egemen
olmuşlardır.
8 Devletin en geniş sınırları: Kuzeyde Toros dağlarından güneyde
Yemen’e,batıda Bingazi’den doğuda Fırat nehrine kadar uzanıyordu.
8 Devletin zayıflamasının ve yıkılmasının sebepleri:
1. 1498’de Ümit Burnu’nun bulunması sonucunda Baharat ve İpek Yolu’nun
eski önemini yitirmesi
2. Osmanlı Devleti olan mücadele
KÜLTÜR VE UYGARLIK
DEVLET YÖNETİMİ:Selçuklulardan ve Moğolardan etkilenilerek,Osmanlı
hariç,Türk tarihindeki en güçlü devlet teşkilatını kurmuşlardır. Devlet
teşkilatının güçlü olmasında,sultanların(Kalavun dönemine kadar) asker
kökenli olması ve veraset sisteminin olmaması etkiliydi. Hükümdarlar
“Sultan” ünvanını kullanıyorlardı. Sultanlar “Kalatü’l Cebel Sarayı”nda
oturuyordu. Bu sarayda 12 kışla ve 12.000 asker de bulunuyordu.
Sultan, merkezdeki devlet işlerini yüksek dereceli emirlerden meydana
gelen “Erbab-ı Seyf(=kılıç sahipleri)”[3] ile “Erbab-ı kalem”[4] denilen
sivil memurlar ile birlikte yürütürdü. Eyaletler ise,“Naib-i
sultan”,sancak ve kazalar ise “Naip” adı verilen kimseler tarafından
idare edilirdi.
ORDU: Ordu şu kısımlardan oluşurdu:
1. Muhafız Birliği(=Saray köleleri):Sarayın korunmasından sorumlu
olup,Kıpçak ve Çerkezlerden oluşuyordu.
2. Tımarlı askerler
3. Emirlerin askerleri
4. Yardımcı kuvvetler
Savaş kararı sultanın başkanlığını yaptığı Şura(=kurul) tarafından
verilirdi. Orduya bizzat sultan ya da emirlerden biri komuta ederdi.
Ordu tamamen atlı birliklerden meydana geliyordu. Memlükler sefer
sırasında 150-250 bin civarında atlı askerlerden meydana gelen bir ordu
oluşturabiliyordu.
TOPRAK YÖNETİMİ: Toprak şu bölümlere ayrılıyordu:
1. Miri(=Dirlik) Arazi: Mülkiyetin devlete ait olduğu bu topraklar
“sahib-i arz” adı verilen kişilere verilirdi. Bu kişiler de toprakları
işleterek halktan vergi toplarlardı
2. Mülk arazi:Her türlü tasarrufu sahibine ait olan arazi.
3. Vakıf Arazi:Hayır amacıyla işlenen arazi.
4. Metrûk arazi:Çöl,bataklık ve tarıma elverişli olmayan arazi.
DİL: Resmî dil(=yazışma dili), Arapça idi. Sarayda ve orduda ise Türkçe
konuşuluyordu. Bu dönemde Suriye ve Filistin’de Türkçe yaygın bir dil
haline geldi.
BİLİM-SANAT: Mimari alanda Mısır ve Suriye’de daha önce İran etkisi var
iken bundan sonra bu bölgede Türk etkisi görülecektir. En önemli sanat
eserleri şunlardır:
F Kalatü’l Cebel Sarayı
F Baybars Camii
F Kalavun Camii
F Sultan Hasan Camii
F Halep Camii
F Şam Camii
F Trablusşam Camii
F Kayıtbay Camii
F Berkuk Türbesi
F Kayıtbay Türbesi
KAYNAKLAR:
1-Cengiz TOMAR,Murat Bardakçı ile Hürriyet Tarih Dergisi,29 Ocak 2003
tarihli sayısı,s.4-7
2-Genel Türk Tarihi(M.E.B. Yayınları),Ankara-2002,s.102-106
3-Tarih-1 Ders Kitabı,M.E.B. Yayınları.
UNUTULMUŞ ÇERKESLER: MEMLUKLAR
Ömer Aytek Kurmel
Yedi Yıldız Dergisi Sayı:5
Tarihin, Memluk adıyla andığı Mısır Çerkesleri, Kafkasya dışında
yaşamaları nedeni ile diaspora toplumu kabul edilmekle birlikte, sürgün
yoluyla ve diğer ülkelere dağılmış kardeşleriyle aynı dönemde
gelmedikleri için de klasik diaspora tanımına girmiyorlar. Belki de bu
nedenden dolayı varlıkları bilinmesine karşın çok tanınmıyorlar. Oysa
onlar bizim kardeşlerimiz ve pek çok insanımızın Mısır'da akrabası var.
Üstelik Çerkes Memluklar 1382-1517 arasında Mısır siyasetine ve
toplumsal yaşamına yönetici unsur olarak imzalarını attılar. Bu mirası
sahiplenmeli, en azından tanımalıyız. Bu yazımızda Memlukların Mısır'a
geçişlerinin sebeplerini, bu ülkedeki siyasi, kültürel dinamiklerini ve
ulaştıkları aşırı asimilasyon derecesinin kaynaklarını ve Mısır
deneyiminden çıkarılması gereken dersleri analiz edeceğiz.
Uzun Memluk tarihinin ilk evresini oluşturan Türk Memluklara deniz
kıyısında yaşamaları nedeniyle "bahri", ikinci evresine damgasını vurmuş
Çerkes Memluklara ise Kahire kalesinde egemenlik sürmeleri nedeniyle "burci"
denilmiştir.
Çerkeslerin Mısır'a gelişleri Selahattin Eyyübi'nin yönetimi döneminde
başlamıştır. Timur'un zaferi sonunda Altın Ordu Devleti’nin yıkılması ve
Kıpçak topraklarında nüfusun azalması sonucunda 14.yüzyıl ortalarından
başlayarak Türk Memlukların insan devşirme kaynakları kurumaya
başlamıştır. Dolayısıyla Memluk ordusunda sayısal denge Kıpçaklardan
Çerkeslere kaymış ve Çerkesler daha Türk Memluklar zamanında Mısır'a
girmeye başlamışlardır. Ordudaki sayıları zaman içinde artan Çerkes
unsurlar 1382 yılında Sultan Berkok'un önderliğinde eski yönetimi
devirerek Çerkes Memluk dönemini başlatmışlardır. Çerkes Memlukların
1517 Mercidabık Savaşı'nda Yavuz Selim'e yenilmeleriyle Mısır Memluk
Devleti’de ortadan kalkmıştır.
Çerkes Memluklar bir buçuk yüzyıla yakın yönetimlerinde Mısır'a siyasal,
ekonomik, askeri, kültürel, bilimsel alanlarda altın devrini
yaşatmışlardır. Özellikle bayındırlık alanında çok aşama yapılmış, başta
Kayıtbey Cami olmak üzere Çerkes Memluk mimarisi Mısır kültür mirası
içinde çok ayrı bir yere sahip olmuştur.
Mısır Çerkeslerinin tarihinde olumsuz dönüm noktaları konumunda üç
kilometre taşı, vardır. Bunlardan birincisi, Osmanlı kuvvetlerine karşı
verilen ve yenilgiyle sonuçlanan 1517 Mercidabık Savaşı’dır. İsrailli
Prof. David Ayalon "Çerkes Memluklar'da Ateş Günü" adlı kitabında Çerkes
kayıplarının büyük çoğunluğunun kılıç yaralarıyla değil, top ateşi
altında meydana geldiğine dikkat çeker. Yenilgi sonrasında Memluk
devleti resmen sona erse de Çerkes yönetimi fiilen sürer. Ülke yirmi
dört vilayete ayrılarak her birisi bir Çerkes beyinin emrine verilir.
İkinci dönüm noktası 1799 savaşıdır. İngiltere'yi işgal etmekten
vazgeçen Fransız diktatör Napolyon Bonapart, Yedi Yıl Savaşları'ndaki
kayıpları telafi etmek için Mısır'ı ele geçirmeye karar verir. Amaç
Malta ve Mısır'ı alarak doğuda İngiliz gücünü sarsmak, Süveyş'den kanal
açmak, Mısır halkının güvenini kazanmak ve Osmanlı ile iyi ilişkiler
kurmaktır. 19 Mayıs'ta Toulon limanından 55.000 asker ve biyolog,
doktor, sosyolog, arkeolog, mühendis ordusu taşıyarak ayrılan 400
gemilik Fransız filosu Malta'yı ele geçirdikten sonra, 1 Temmuz'da
İskenderiye'ye ulaşır. Bonapart Mısır’a gelişini şöyle ilan eder:
"Allah'ın hizmetkarı, Peygamberin arkadaşı sıfatıyla Mısır halkını bu
cennet bölgeyi titreten Kafkasyalı zalimlerden kurtarmaya geldim. "3
Temmuz'da Kahire üzerine yürüyüşü başlatan Napolyon, 21 Temmuz'da Çerkes
kuvvetleriyle karşı karşıya gelir. Fransız ilerleyişini durdurmak
isteyen Çerkesler piramitlere yakın Embaba bölgesinde süvari saldırısına
geçerler. Ama "Piramitler Savaşı"da Memlukların yenilgisiyle biter.
Fransız topçusu, saldıran Çerkes süvarilerini daha yaklaşamadan
paramparça etmiştir. 1571'den beri değişen bir şey yoktur. Çünkü
Memluklar ateş gücü kullanmamakta ısrar etmektedir. Onlara göre kılıç
ile açılmayan yara değerli değildir. İlginç olan, Arap ülkesi Mısır'ı
dış saldırılara karşı Çerkes kuvvetleri korumuş, Memluklar yönetici
sınıf olmalarına karşın yerli halkı işgalcilerin karşısına
çıkarmamışlardır. Bu da Çerkeslerin sayısını, dolayısıyla siyasi gücünü
zayıflatmıştır.
Üçüncü kilometre taşı 1871 katliamıdır. Kahire'de iktidarı ele geçiren
Kavalalı Mehmet Ali Paşa vilayetleri yöneten yirmi dört Çerkes beyinin
etkinliğinden rahatsızdır. Oğlu Tosun Bey'i Vahhabilere karşı Hicaz'a
göndermesi onuruna vereceği bir şöleni bahane ederek Çerkes ileri
gelenlerine barış çağrısında bulunur. Davete kabul eden Çerkes beyleri
beş yüz kişilik bir grup halinde 1 Mart 1871'de Kahire kalesine
giderler. Yemekten sonra kaleyi terk etmek üzere dar bir geçitte at
üzerinde ilerlerken, burçların üzerinde önceden sinmiş askerler
tarafından ateş açılır. Geçidin iki ucundaki demir kapıların
kapanmasıyla savunma ve kaçma şansını bulamayan Çerkesler tümüyle
katledilir. Tek istisna, atıyla kalenin burçlarından atlayıp kırık bir
ayakla kurtulduğu rivayet edilen Şahin Bey (bazı kaynaklara göre Hasan
Bey)dir. Nitekim günümüzde Kahire kalesini gezen turistlere burçlar
üzerindeki nal izi "Uçan Memluk" adıyla tanıtılır. Katliam kalenin
dışına taşırılarak Kahire ve İskenderiye'de devam eder. Katliamdan
kurtulmayı başaran birkaç yüz Çerkes, Sudan yönüne kaçarlar. Beş
kataraktı (kum tepesi) aştıktan sonra dururlar ve burada surlarla
çevrili bir kent inşa ederek El-Urdi (kamp) adı verirler. Bu şehir daha
sonra Yukarı Nubia bölgesinin siyassal merkezi haline gelecek ve bugünkü
Yeni Dongola kenti olacaktır.
Alan Moorehead "Mavi Nil" adlı yapıtında şunları yazar: "Dongola'ya bir
gün cesur, kadınlarına saygılı, Kur'an okumaya düşkün bir kafile geldi.
Açık renk ciltleriyle yerli halktan hemen ayrılıyorlardı. Ama kimse ne
nereden geldiklerini, ne de sonlarını öğrenemedi." Bu "meçhul" kafile
kuşkusuz katliamdan kaçabilen Çerkesler idi. Ama Kavalalı kaçakları
unutmamıştı. En küçük oğlu İsmail beyi hem altın yataklarına sahip
ülkeyi ele geçirmesi hem de kaçan Çerkesleri yakalaması için 1820'de
Sudan'a gönderir. Dongola'ya gelen İsmail bey direnen Çerkeslerin bir
kısmını öldürür, kalanları da Mısır'a geri götürür. Yakalanmamayı
başaran küçük bir grup ise Dongola'da kalarak yerli halkla karışır.
Günümüzde Dongola halkının diğer Sudanlılara göre daha açık tenli olduğu
söylenir.
Tam bir dönüm noktası olmasa da 1881 yılı da (Çerkesler adına kaçırılmış
bir fırsata tanıklık etmesi açısından) önemlidir. Katliamın ardından
Çerkesler, Türk unsurlarla kaynaşmak ve iktidarı onlarla paylaşmak
bedeliyle de olsa, Mısır eliti içindeki konumlarını sürdürmüşlerdir.
İngiliz Albay Stevens'in 1820'deki reoganizasyonunun ardından özellikle
ordunun üst kademelerinde Çerkes egemenliği çok yoğundur ve general
rütbelerine yalnız Çerkes subaylar terfi ettirilmiştir. Kendi
ülkelerinde albay rütbesinin ötesine geçememenin verdiği öfkenin
seferber ettiği Arap subaylar Albay Arabi liderliğinde Hidiv'e, Çerkes
kökenli Savaş Bakanı Osman Rıfkı Paşa'yı azletmesi için bir ültimatom
verirler. Bunu duyan Osman Rıfkı Paşa ve Çerkes generaller Nil Kasrı'nda
Prenses Cemile'nin düğün törenine davet edilen Arabi ve iki Mısırlı
subayı ültimatomu imzaladıkları için tutuklarlar. Ancak Arap kökenli
Albay Ali Fehmi (eşinin Çerkes olması nedeniyle saraydaki gelişmelerden
haberdardır.) ve askerlerinin müdahalesi ile Arabi ve arkadaşları
kurtarılır. Sonuç olarak Osman Rıfkı Paşa Hidiv tarafından savaş
bakanlığı görevinden azledilmiş, yerine Araplaşmış bir Çerkes soylusu
Mahmut Sami Paşa el-Barudi atanmıştır. Bunun üzerine aralarında Osman
Rıfkı Paşa, Ratıp Paşa, Yusuf Bey Necati, Mahmut Bey Fuat, Mahmut Efendi
Talat Beybaşı'nın bulunduğu Çerkes subaylar karşı darbe hazırlığı
yaparlar. Ancak hazırlık haberi Raşit Enver isimli bir Çerkes yüzbaşı
tarafından sızdırılır. Kendisini Sudan'a atayan Osman Rıfkı Paşa’ya
kızgındır. Çerkes subaylar hemen tutuklanır ve dağıtılır. bu olaydan
sonra Çerkesler toplum halinde ellerinde tuttukları gücün son
kırıntısını da yitirirler ve bir daha hamle yapamayacak duruma gelirler.
1930'larda Kahire'de Çerkes Kardeşlik Derneği'nin varlığı bilinmektedir.
Ama 1952 Hür Subaylar darbesinin Çerkeslere son darbeyi vurduğu açıktır.
Darbecilerin uygulamalarının omurgasını oluşturan devletleştirme ve
Araplaştırma politikalarının ikisi de Çerkeslere büyük zarar vermiştir.
Toprakların devletleştirilmesi, arazi kaybını ticari girişimlerle telafi
edemeyen Çerkesleri ekonomik olarak çökertmiştir. Arap olmayan unsurlara
düşmanlığa ve Araplaştırmaya dayalı Arap milliyetçiliği de sayıca az ve
etno-kültürel kimliğini geliştirememiş Çerkeslerin asimilasyonunu
hızlandırmıştır.
Mısır Çerkesleri Türkiye, Ürdün, Suriye, İsrail ve Kosova’daki
kardeşlerinden ne yönden farklıdır ve neden daha kolay asimile
olmuşlardır? Diğer diaspora ülkeleri ile farklılıklar bu şiddetli
asimilasyon sürecinde etkili olmuş mudur? Kuşkusuz evet. Çerkesler
Mısır'a paralı askerlik yapmak için, küçük gruplar halinde,
akrabalarının daveti ile ve geniş bir zaman dilimi süresince göç
etmişlerdir. Yani Çerkesler Mısır'a kitlesel olarak ve sürgün yoluyla
gelmemişlerdir. Bu onları iki yönde etkilemiştir. Birincisi, kendileri
ve başkaları tarafından ciddi varlık olarak görülebilecekleri sayısal
bir güce hiçbir zaman ulaşamamışlardır. Ama Mısır halkının yumuşak
doğası ve siyasi-askeri güçleriyle bu handikabı kısmen de olsa telafi
ettikleri söylenebilir. İkincisi, Mısır'a sürgün nedeniyle kitlesel
olarak gelmemiş olmanın kolektif belleğe olan etkisidir. Bir göçmen
toplumunun varlığını sürdürebilmesi için zorunlu olan kader birliği ve
kendine acıma gibi duyguları geliştirememişlerdir. Siyasal olarak güçlü
oldukları oranda varolma yetenek ve istekleri de güçlü olmuştur. Ama bu
varoluş isteği bile etno-kültürel özelliklerini sürdürmeye yetmemiştir,
çünkü kendilerini etnik grup değil, sosyal sınıf olarak
tanımlamışlardır. Grup kimliklerinin temel belirleyicisi ise yerli halka
egemen olma yeteneğidir. Dolayısıyla güçsüzleştikleri zaman
Araplaşmaları, güçlenmek için de Türk seçkinlerle kaynaşabilmeleri
(özellikle dil açısından) çok kolay olmuştur.
Çerkeslerin etno-kültürel kimliklerinden tamamen habersiz oldukları
söylenemez. Atamalarda ayrımcı, günlük yaşamda yerli halka karşı baskıcı
ve küçümseyici davranışlar Memlukların kendilerine Mısır'ın halkından
üstün gördüğünün kanıtıdır. Ancak bu dışlayıcılığın ne kadarının etno-kültürel
motiflere, ne kadarının da sosyo-ekonomik motiflere dayandığı tartışma
konusudur. Ama Arap kolektif belleğine yer etmiş ve günümüz
diyaloglarında bile kullanılan "Memluk gibi zalim" deyişinin nesnel bir
tabanı kuşkusuz vardır.
Sayısal zayıflık da asimilasyon sürecinde etkili olmuştur. Kafkasya'dan
sürekli insan ithaline karşın hiçbir zaman milyona ulaşmamış bir nüfus,
Mısır gibi kalabalık bir ülkede üstelik sayısal güçsüzlüğünü nitel
faktörlerle dengeleyemeyince yok oluş kaçınılmaz olmuştur. Sayısal
yetersizlikte dış düşmana karşı verilen savaşlarda hep Çerkeslerin
savaşmalarını, katliamları, karışık evlilikleri ve özellikle yeni
geldikleri ülkenin koşullarına alışamayan Çerkesleri etkileyen 1492 veba
salgınını dikkate almak gerekir.
Mısır mı Çerkeslerin emrinde olmuştur, yoksa Çerkesler mi Mısır’ın
emrinde olmuştur ya da Çerkesler Mısır’a hizmet mi etmiştir, yoksa onu
sömürmüşler midir? Bu soruların yanıtını Mısırlı Arap aydınlardan
alalım. Memluk döneminin değerlendirilmesi ülke aydınları arasında
ilginç tartışmalara yol açmıştı. Memlukları dışarıdan gelmiş zalim bir
askeri yönetici sınıf olarak kabul eden resmi Mısır görüşüne karşı
tanınmış Mısırlı aydın Muhammed Heykel, Memlukları şöyle savunur:
"Memlukları despotlukla suçlamak yanlıştır. Çünkü o dönemde hiçbir yerde
demokrasi yoktu. Memluklar Mısır'a bağlılıklarını, ülkenin bağımsızlık
ve bütünlüğünü dış düşmanlara karşı defalarca savunarak
kanıtlamışlardır." İbrahim Celal’de Memluklar'ın lehindedir: "Memluklar
Mısırlılardan ayrı bir ulus değildi. Ötesi ulus değil, Mısır ve
Mısırlılar'ı benimsemiş bireylerdi. Memluklar Mısırlılar arasında
yaşamış, onlarla evlenmiş, onları iktidara ortak etmiş, ülkenin
zenginliğini onlarla paylaşmış ve asimile olmuşlardır." Mısırlı
demokratlara göre Memluklar ülkeye altın dönemini yaşatmışlardır.
Sınırlar doğu, batı ve güneye doğru genişlemiş, ülke doğu ile batı
arasında ticaret yollarının geçiş noktası haline gelmiştir. Kültür,
tarih, coğrafya, şiir, mimari, bilim zirveye çıkmıştır. Mısır bir refah
ve ilerleme evresi yaşamıştır.
Burada dikkat edilmesi gereken bir nokta vardır. Memluk dönemini savunan
Arap demokratlar bile Çerkesleri asimile olmaları, bireysel kimliklerini
etnik kimliklerinin önüne geçirmeleri ve Mısır'ın hizmetkarı olmaları
koşuluyla benimsemektedirler. Bazı yönleriyle ciddi farklılıklar taşısa
da Mısır Çerkeslerinin öyküsü diasporanınki ile çok çarpıcı benzerlikler
içermektedir. Yaşadığı ülkenin altın dönemlerine imza atmak, kötü
günlere ortak olmak, can ve kan vermek, asimile olduğu ve bireyleştiği
oranda benimsenmek ama yine de hain ilan edilmek... Yani kısaca köksüz
olmak.
Mısırlı Çerkeslerin deneyiminden ne dersler çıkarılmalıdır? Onların
yaşadıklarını diğer diaspora ülkeleri de yaşıyor mu?
1) Memlukların ulus olmalarını, dolayısıyla asimile olmamalarını, en
azından daha geç asimile olmalarını, yoğun feodal bağlar ve patronaj
(himaye) ilişkileri engellemiştir. Memluk iktidarının tek dayanağı olan
ordunun değerinin düşmesinin nedenlerinden birisi, atamalarda liyakat
yerine akrabalık ilişkilerinin belirleyici olmasıdır. Keza Çerkesleri
zayıflatırken, düşmanları güçlendiren sonu gelmez iktidar mücadelesi
merkezi otorite etrafında toparlanmak yerine bir çeşit derebeylik
sisteminin geçerli olmasından kaynaklanmıştır.
2) Memluk Devleti’nin çökmesinin önemli nedenlerinden birisi, askeri
teknolojinin gerisinde kalmalarındır. 1517'den 1789'a dek ateş gücü
olgusunu kabul etmemeleri inanılır gibi değildir. Örnek yalnız askeri
teknoloji ile sınırlı değildir. Güncelleşmek ve çağdaş yöntemleri
izlemek her alanda önemlidir. Bir varoluş koşuludur. Çağın gerisinde
kalmanın nelere mal olduğunu Memluklar göstermişlerdir. Teknoloji
üretemesek de hiç olmazsa üretileni kullanabilmeliyiz.
3) Çerkeslerin çöküşü biraz da yalnız toprağı bağlı olmalarından
kaynaklanmıştır. 1952 sonrasında başlatılan devletleştirme kampanyası
toprak sahibi konumundaki Çerkes toplumuna büyük darbe vurmuştur. Oysa
Çerkesler ticaret, zanaat ve finans alanlarında faal olsalardı bu derece
zarar görmezlerdi.
4) Resmi görüşe karşı çıkan Arap demokratların bile Memluklara sempatisi
karşılıksız olmamıştır. Çerkesleri asimile oldukları, dış düşmana karşı
tek başlarına savaşıp can verdikleri, Çerkes olmak yerine Çerkes kökenli
Mısırlı bireyler oldukları oranda benimsemişlerdir. Bu, göçmen bir
toplumdan ödenmesi istenmeyecek kadar yüksek bir bedeldir. Üstelik o
toprakların gerçek sahipleri parmaklarını bile kımıldatmazken...
5) Çerkeslerin en büyük rakibi gene kendileridir. Her ülkede ve her
dönemde Raşit Enver'ler olmuştur. Kendi annesi de Çerkes olan İbn Al-Karabi'nin
Celalettin Suyuti'yi annesi Çerkes olduğu için eleştirmesi de ilginç bir
anekdottur.
Mısır Çerkesleri'nin öyküsü bize iki mesaj verebilir. Birincisi, onlar
gibi asimile olmamak. İkincisi, onların etno-kültürel kimliklerini
canlandırmak.
Mısır Çerkesleri dil, adet, kimlik ve sayı açısından tükenme noktasına
gelmişlerdir. Ama tüm olumsuzluklara karşın Çerkes olduğunu bilen
insanların sayısı hiç de az değildir. Kuzey Kafkasya kültürü madem
yeniden doğuş yaşamaktadır, o halde tek birey bile çok değerlidir. Dil
bilmemek çok önemli değildir. Asıl belirleyici olan Kafkasya ve
Kafkasyalılık sevdasıdır. Ruh olduktan sonra dil öğrenilebilir ama her
dil bilen Kafkasya sevdası taşıyamaz. Çerkes olduğunun hala farkında
olan insanların ilk adım olarak Kafkasya’yı ziyaret etmeleri teşvik
edilebilir. Kafkasya'yı gören bir insan zaten ileri adımları
kendiliğinden atacaktır.
Memlukların çocuklarının uyandırılması sürecinde başrolü oynayacak
diaspora ülkesi Ürdün'dür. Çünkü Mısır ve Ürdün Çerkesleri arasında
tarihi ilişkiler vardır. Ürdünlü Çerkes öğrencilerin 1930'lu yıllara dek
Kahire'deki Çerkes Kardeşlik Cemiyeti hesabına Mısır üniversitelerinde
okudukları bilinir. Bu öğrencilerden hala yaşayanlar vardır. Birisi,
halen Amerika'nın New Jersey eyaletinde yaşayan Hüsnü Kaşırga dır. Ürdün
hem yakınlığı, hem Arap dilinin sağladığı kolaylık, hem de Çerkes
okulunun öğretmen sağlama olanağı açısından Mısır Çerkesleri ile
ilişkilenmede öncülük yapabilir.
Mısır'da yaşayan kardeşlerimizi ulaştıkları asimilasyon noktasından
dolayı dünya Kuzey Kafkasyalılığının yaşadığı yeniden doğuş sürecinin
dışında bırakamayız. Onları kazanabiliriz ve kazanmalıyız. Bu da genel
kararlılığımızın bir parçasıdır.
MISIRDA ÇERKES SULTANLARI DÖNEMİ
Mısırda
sürmüş olan Çerkes sultanları dönemi hakkında adige tarihinde pek bir
bilgiye rastalanamıyor maalesef. Bu konuda elimizde bulunan en önemli
bilgi Tsağo Nuri tarafından yazılmış bulunan Müslüman tarihi isimli
kitabın sonunda yer alan kısa değinmelerden ibarettir.
Fakat bu konuya Ortadoğu tarihinde ve mısır'ın tarihi üzerine yazılmış
kitaplarda çok detaylı olarak rastlanabilmekte ve bu konu mısır tarihi
adı ile ele alınıp, bizi ilgilendiren tarafı ile pek fazla
irdelenmemektedir.
Batı Avrupalı yazarlardan sir William'da (The Mameluke of slave dynaste
of Egypt—London 1896) eserinde mısırdaki Çerkes sultanlarından uzun uzun
bahseder. Met Çunatıko İzzet paşanın Kafkasya Tarihi eserini çeviren ve
Kahirenin en bilinen isimlerinden olan Xahustıko Abdülhamid bu
çevirisinde yer alan kendi ek yazısında söyle der : "Ben ümit ediyorumki
mısırda ve diğer müslüman kavimlerinde çok büyük yararlıklar göstermiş
,çok yüksek kademelerde bulunmuş çerkeslerin hepsini içerisine alan ve
bu gün bile hala mevcut eserleri olan bu insanları hakkıyla araştırıp
inceleyerek detaylı araştırmalar yapacak tarihçiler bir gün çıkacaktır."
Elbette mısırda çerkes sultanları dönemi aynı zamanda çerkes tarihininde
bir parçasıdır. Ve mutlaka bu dönem gereği gibi ele alınıp detaylı bir
şekilde incelenerek Çerkes tarihindeki yerini almalıdır.
Mısırdaki Çerkesler ve onların dönemleri tarihte memluk(çerkes
memluklar,burcu memluklar) adı altında yer alır. Ayrıca yine memluk adı
altındaTürk ve türkmenlerin hüküm sürdüğü bir dönem de vardır ve
arapçada hizmetli,özgür olmayan anlamına gelen bu kelime gerçek anlamı
ile o dönemde kullanılmışsada çerkesler daha çok asker ve muhafız olarak
getirildikleri için bu tanım çerkes memlukları için pek geçerli
sayılamaz.
Memluklar , mısırda idareyi ele almadan çok önceleri müslüman ülkelerde
bahsettiğimiz biçimde (köle veya hizmetli) görülmüşler ve ilk ortaya
çıkışları bu şekilde olmuştur. İlk olarak Abbasi halifesi me-mun (813 –
833) döneminde görülmüşlerdir,daha sonra yine Abbasi halifesi muhteşim
(833 – 843) Türkmenlerden bir grubu ülkesine getirerek daha ziyade
askeri görevlerde görevlendirmiştir.
Doktor Ali İbrahim Hasan -Türk memlukların tarihine dair bilgiler- adlı
eserinde Memlukların ülkeye getirilmesinin ve görevlendirilmesinin
Tulunilerden başlayıp Fatımilere kadar uzanan oldukça uzun bir dönemi
kapsadığını söyler.
Memlukların ortadoğuda ilk ortaya çıkışı Tuluniler krallığının kuruluşu
döneminde çok büyük sayılarda köle ve ücretli gönüllünün ülkeye
getirilişi ile başlar. Yeni krallık ordusunu türk ve karadeniz
kıyısındaki halklar ile berberilerden oluşturur. Daha sonraları ise
Fatımiler aynı yöntemlerle ordularını büyütüp hakimiyet alanlarını
geliştirmeğe çalışmışlardır.
Mısır toprakları fatımilerden sonra kürt kökenli selahaddin eyyubi'nin
idaresine geçmiş ve Eyyubi devleti kurulmuştur. Çerkesleri ilk olarak
mısıra getiren; Turk,türkmen ve berberilere güvenemeyen Eyyubilerdir. El
mazeratül el islama- el asarül el arabia - isimli kitabın 4.cü bölümünde
bu konu için şöyle der: Eyyubiler köken olarak tiflis yakınlarından ve
kafkasya çıkışlı olduklarına göre ve üst düzey komutanlarının çok büyük
kısmı abaza kökenli kişiler olduğuna göre kafkas halklarının mısıra
gelişinin bu döneme rastlaması tesadüf değildir.
Daha sonraları Eyyubi devletide yıkılarak Memluk devleti kurulmuş ve
türk sultanları dönemi başlamıştır.Fakat eyyubiler döneminde başlayan
kafkas halklarının mısıra gelişi daha sonraki dönemlerdede devam
etmiştir.
Çerkesler memluk ismi ile anılıyor olsalarda ve bir kısmı kendiliğinden
,bir kısmı esir edilerek veya köle olarak getirilmiş olsalarda hiç bir
zaman kelimenin ifade ettiği anlamda mısırda bulunmamışlar, savaşçı ve
gözüpek özellikleri nedeni ile daha çok askeri görevlerde bulunmuşlar
üst düzey görevlere yükselmişlerdir. Ayrıca o dönem mısır ile
ortadoğudaki refah ve zenginlik nedeni ile gerek türkmenlerden ve
çerkeslerden gerekse diğer halklardan pek çok ta gönüllü kendiliğinden
gelmiştir.
Biz burada Türk memluklar dönemine değinmeyeceğiz . Türklerde sultanlık
babadan oğula geçtiği için en son tahta geçen sultan kalavun ailesinden
sultan sabah'ın oğlu hacıdır. Seçildiği zaman daha 11 yaşında olan bu
sultanın atabek'i (vekil ve vezir) olarak Burcukale Çerkeslerinden
Berkuk seçildi. Yönetim bu şekilde 1,5 yıl devam ettikten sonra ülkede
durumun kötüye gitmesi ve bazı bölgelerin bağımsız hareket etmeğe
başlaması üzerine ileri gelenler, halife ve emirlerin isteği ile ,Sultan
tahttan indirilip yerine Berokue oğlu Seyfuddin Berkuk sultan olarak
seçildi. Böylece sultanlık turk memluklarda sona ermiş yönetim çerkes
memluklara geçmiş oldu. Çerkeslerde Sultanlık hiç bir zaman babadan
oğula geçmemiş, yönetim savaşlarda gösterilen başarı ve toplumda
gördükleri itibar ile bu göreve layık olana geçmek suretiyle
eldeğiştirmiştir. Mısırda çerkes sultanları dönemi 1390 – 1517 yılları
arasında geçen dönemdir. Bu dönemde tahta çıkan sultanların sayısı 23
kişi olarak geçmektedir ve bu dönemden memluk idaresinin en parlak
dönemi olarak bahsedilmektedir. Ömer iskender'in mısır tarihi kitabında
belirttiğine göre Mısırda bu gün dahi bu dönemden kalma
imaretler,camiler yollar medreseler ve kervansaraylar mevcuttur.
Çerkeslerden yönetime gelen ilk sultan Seyfuddin Berkuk döneminde
kahirede yapılan büyük medrese bu gün hala okul olarak
kullanılagelmektedir. Onun döneminde ülkedeki karışıklıklar bastırılmış
düzen yeniden sağlanmıştır Temerlan (timur) ordusunun suriye ve mısır
üzerine yürüyüşü durdurmuş ve orduları bozguna uğratılmıştır. Bu sultan
Çeşitli şekillerde esir veya köle olarak türk ülkelerine ve diğer
müslüman ülkelere götürülen çerkesleri geri getirtmek ve özgürlüklerine
kavuşturmak için çok büyük çaba sarfetmiştir. İleri görüşlü sultan diye
anılan sultan Berkuk ile başlayan Çerkes memluklar dönemi aşağıdaki
sıralama ile devam etmiştir.
1)Sultan Seyfuddin Berkuk 1390
2)Berkuk'un oğlu Sultan Ferej 1398
3)El müçtehid el halife bilal 1412
4)Şeyh Mahmud 1412
5)Muayyed oğlu Sultan Ahmet 1221
6)Ebul Feth tatar 1421
7)Sultan Barasbiy 1422
8)Barasbiy oğlu Seyfuddin 1422
9)Barasbiy oğlu Yusuf 1438
10)Naue Çakmak 1438
11)Çakmak oğlu Osman 1453
12)Sultan İnal 1453
13)İnal oğlu Ahmet 1461
14)Sultan hoşkadem 1461
15)Sultan Balabay 1467
16)Temariğe 1467
17)Eşref Kaytbay 1467
18)Kaytbay oğlu Muhammet 1495
19)Kanşaue Eşref 1498
20)Eşref Janbulat 1499
21)Kanşaue Eşref oğlu Tumanbay 1500
22)Kanşaue Ğur 1500
23)Tumanbay 2. 1516 – 17
(Hasan Ali İbrahim. Ortaçağda Mısır. sayfa 231) Tarihçi İbn-ü İyas dört
ciltlik "Bedaiguzzuhur fi vekaidü-d duhur" isimli eserinde bu
sultanların hepsinden kökenlerinide belirterek tek tek bahsetmekte ve
dönemlerini geniş bir şekilde anlatmaktadır. Onun ifadesine göre bu
sultanlardan Hoşkadem ve Temariğe isimli ikisi Rum kökenli, diğerleri
hepsi çerkes veya çerkes kökenlidir diye bahseder.
Kaytbay için Abaza ve babasının adı Balbay'dır diye detaylarıyla
bahseden, Rum sultanları bizans kökenleri ile anlatan bu tarihçi
herhalde diğerlerinin hepsi çerkestir diyorsa bunu Adige olarak anlamak
gerekir. Fakat bir başka iddia ise Çerkes isminin tüm kafkas kavimlerini
kapsar şekilde kullanıldığı Ve bu tariften ,daha çok Gürcülerin
anlaşılması gerektiği şeklindedir. Fakat bu pek tutarlı değildir bence.
Çünkü kafkas kavimlerinin hepsinin Çerkes olarak adlandırıldığı dönem
Çok eskiye (kartvel'den önce) dayanır. Oysa bu bahsettiğimiz dönem 1382
ile 1517 yılları arasında çok daha sonraki dönemdir.Zaten o döneme kadar
ortadoğu ve batı tarihçilerinin çerkes,çeçen,gürcü,dağıstan kavimlerini
tanımadığını ve ayırtedemediğini söylemekte pek mantıklı bir şey
değildir.
Tarihlerde Memlukların Çerkes,ermeni,gürcü,türkmenlerden oluştuğu, bu
halkların isimleri verilerek bahsediliyor.Demekki bu halklar o zaman
biliniyormuş. Sovyet ansiklopedilerinde de bu yanlış yapılmış ve memluk
denildiğinde önce gürcülerin daha sonra türkmen ve çerkeslerin
anlaşılması gerektiği bunların sayılarının 9000 ile 12000 arasında
olduğu şeklinde yanlış bilgiler verilmiştir. Oysa o dönem sadece türk ve
türkmen memlukların sayısı 400 000 e ulaşmaktadır.
Yine bu bahsettiğimiz dönemlerde Kafkasyada Adige halklar ile kırım
tatarları arasında türk sultanlarınında kışkırtmaları ve hatta bizzat
askeri destlekleri ile bir kaç kez savaşlar çıkmış Esir edilen pek çok
çerkes, türk yurduna götürülerek köle olarak satılmışlardır. Mısırdaki
çerkes sultanları bu iş için görevlendirdikleri adamları vasıtasıyla bu
esirleri satınalıp mısıra getirtmek suretiyle özgürlüklerine
kavuşturmuş, yetiştirip eğittikleri bu insanlara orduda ve pek çok
kritik alanlarda görevler vermişlerdir.
Bazı tarihçiler bunu mısır sultanlarının köle ve hizmetkar satın
almaları şeklinde yorumlasalarda çerkesler için durum bu anlattığımız
gibiydi. Bu dönemde gelen sultanlardan bazılarından kısaca bahsedecek
olursak kitaplarda şu şekilde geçer Sultan barasbi __ 1426 yılında nilin
çıkış noktasında bulak şehrinde kurduğu güçlü donanma ve tersane ile
kıbrısı kendine bağlamış vendik konsülünün araya girmesi ve istenen
tazminatı vermesi ile ancak bu seferden vazgeçmiştir. Onun döneminde
Mısır toprakları küçük asyaya fırat ve ırak sınırlarına kadar
yayılmıştır.
Sultan kaytbay __ 28 yıl yönetimde kalmış olan bu sultan döneminde
ülkenin imarına yönelik çok büyük işler
yapılmıştır.Üniversiteler,yollar,köprüler,imarethaneler, ve benzer pek
çok eser bırakmıştır. Kahirenin bin yılı adlı kitapta onun hakkında
şöyle yazar : Onun dönemi ülkenin en huzurlu ve refah içinde olduğu
eğitime en fazla önem verildiği ismi yabancı ülkelerde duyulacak kadar
önemli okulların kurulduğu sanata ve sanatçıya en çok değer verildiği
dönemdir.
1501 yılında yönetimde olan Kanşaue Ğur tıpkı kaytbay gibi bilime ve
imara büyük önem veren sanatı özelliklede müziği ve müzisyenleri sevip
gözeten birisi olarak bilinir. Onun döneminde mısırda ilk kez
yeldeğirmenleri kurulmuş,büyük parklar yapılmış,deniz bilimleri üzerine
ilk okullar açılmış,kimsesiz çocuklar için yurtlar açılmış yönetim
yeniden ve disiplin içerisinde yapılandırılarak idare sağlam biçimde
yeniden oluşturmuştur. Fakirlere ve düşkünlere karşı çok müşfik olarak
bilinen ve zaman zaman halkın arasına girip kendi eliyle yardımlar
dağıtan bu sultan aynı zamanda bilime çok önem verdiği , kendisinin beş
ayrı dil bildiği ibn-ü iyas'ın eserinde belirtilir. Fakat bu büyük
sultan 1515 yılında mısır üzerine yürüyen türk ordusunu durdurmak üzere
ordusunun başında suriyeye gelmiş burada mercidabık savaşı olarak anılan
savaşta ölmüştür.
Onun ölümü üzerine yerine Tumanbay sultan olarak seçilmiştir. Yeni
sultan Suriye üzerinden İlerleyen Sultan selimin ordusunu durdurmak
üzere göreve gelir gelmez ordusunun başına geçip yeniden savaşa tutuşmuş
fakat güçlü Osmanlı ordusu karşısında tutunamayarak kahireye çekilmek
zorunda kalmıştır. Fakat ilerleyen Sultan Selimin ordusu Kahire içlerine
girmiş, kıran kırana sokak savaşlarından sonra şehir teslim olmuş ve
ordunun geriye kalan kısmıda tamamen dağılmıştır. Bu çatışmalarda esir
düşen Sultan Tumanbay kahirede Züeyl kapısı denilen yerde kafası
kesilerek öldürülmüştür.(nisan 1517) Şehri tamamen işgal eden Sultan
Selim'in, çocuklar dahil tüm çerkeslerin öldürülmesi, hamile kadınların
dahi çocukları erkek olması ihtimaline karşı öldürülmesi yönünde ferman
yayınlattığı İbn-ü İyas'ın eserinin 3. cildinde yeralır. Mısırdaki
Çerkes sultanları dönemi böyle acı bir şekilde sona ermiştir.
Kahiredeki savaş müzesi müdürü Abdurrahman zeki, Kahirenin bin yılı
isimli kitabının 98.sayfasında şöyle der: "Çerkes sultanlar
döneminde,özelliklede Sultan Kaytbay döneminde mimari ve şehirleşme
konusunda pek çok yenilikler yapılmış büyük bir ilerleme sağlanmıştır
Büyük taş binaların yapımında yeni teknikler geliştirilmiş,bu yapılar
yazıtlarla süslenmiştir. Özellikle bu dönemde yapılarda süsleme ve
işlemecilik bir sanat haline gelmiş taş oymacılık yaygınlaşmıştır.
Mısırdaki Çerkeslerin arasından o dönemde pek çok yazar,tarihçi,bilim
adamı yetişmiştir. Yine bunlardan biri olan Bibres 11 ciltlik mısır
tarihini inceleyen eserinde(zubdetül fikre fi tarihil hicre ) Çerkes
sultanlar döneminden uzun uzun bahsetmektedir (bu eser hala kahirede
üniversite kütüphanesinde mevcuttur)
Yine Yusuf oğlu halil oğlu Abdülhamit kuddusi de bunlardan birisidir.
Aynı şekilde bu kişininde mısırın o dönemi üzerine eserleri mevcut olup
(El muhteşer fi tarihil misra ) isimli mısır sultanlarının kısa
tarihçesini anlatan eserinde detaylı olarak Çerkes sultanlarından
bahsetmektedir. Yine Emir eşbek'in hicri 876 yılında Kafkasyaya gidişi
ve kafkas halkları arasında bulunması ve münasebetlerini anlatan bir
başka eserinde anlatmaktadır. Çerkes tarihçilerinden Muhammet iyas'ın
oğlu (hicri 908 yılında 84 yaşında ölmüştür) İbnü İyas ın -Bedaihuzzur
fi vekaidil huşur – isimli eseri bütün diğer saydıklarımızdan çok daha
detaylı bilgiler içermektedir o döneme dair. Bu eserlerde Sultanlardan
Kanşaue Ğur müzisyen olduğu ve müzik ile çok yakından ilgilendiği ve
bestelerinin o dönemde yayınlanmış olduğundan , Yine Sultan Janbolet'in
harp bilimi ve askeri eğitim üzerine yazılmış eserleri olduğundan
bahsedilir. Bu konuyu Sir William'ın "memlukların tarihi" isimli
eserinin 212. Sayfasındaki sözleri ile bitirelim. Onlar savaş ve
politika mekteplerinde eğitilmişler, bilim ve felsefe ve sanatla içiçe
yetişmişlerdi. İşte bu şekilde önderliğe,layık mevki ve mertebelere
geldiler ve sultanlığa da layıkı ile geldiler layıkı ile yönettiler.
Onların eserlerinden pek çoğu mısırın uğradığı bunca felaketlere rağmen
hala günümüze kadar ulaşabilmiştir. Adige paştıxhem ya thıausıhıe (adige
sultanların yakınmaları) isimli eski adige türkülerinde bu dönemden
bahsedilir. Ayrıca Kıanşaue Ğur ve Tomanbay'ın sultan selim ile
savaşmaları , yenilmeleri ve çerkes hükümranlığının sona ermesi ile
ilgili ağıt ,döneme ve çerkeslerin mısıra özgür savaşçılar olarak
indiklerine dair bilgiler içermektedir. (Yazarın notu:Bu ağıt
Kafkasyadan Osmanlıya sürgün edilmiş kardeşlerimizden Eski Gubakuey
köyünden askale Udjukh tarafından Arkadaşı Harun efendiye yazılmış bir
mektupta yeralmakta olup bu mektup bana Hadeğalıe Asker tarafından bana
ulaştırılmıştır ve tarafımdan hala muhafaza edilmektedir. .... Elbed
Hasan KBR.Yazar araştırmacı. Hatıralar isimli kitabından |